Sivas… Bir adalet çığlığı

Zaman, kimi günleri geçmez.
Takvim yaprakları dökülür ancak biri daima duvarda asılı kalır.
2 Temmuz 1993.
Sivas.
O gün güneş doğdu mu, doğmadı mı, kimse hatırlamıyor.
Ama o gün karanlık çok erkendi.
Gözlerden değil, içten gelen bir karanlık… Küllerini çok evvelden hazırlamış bir yangının habercisi.
Pir Sultan’ın ismini taşıyan bir şenlikti o.
Ama bu ülkede şenlik bile bazen yas kararında olur.
Aydınlar toplanmıştı.
Yazarlar, ozanlar, şairler, fikir personelleri…
Kelimelerin bile yavaşça yürüdüğü bir coğrafyada, onlar yüksek sesle insanı konuşuyordu.
Madımak Oteli…
Bir otelden çok, bir geçiş yeriydi o gün.
Hayatla mevt ortasında, hafıza ile inkar ortasında bir eşikti.
İçeri girenlerin kimileri, bir daha çıkamadı.
Çünkü dışarısı çoktan örgütlenmişti.
Kızgın kalabalık değil, yönlendirilmiş öfke.
Linç için eğitilmiş bir sessizlik,
Ve “tekbir” diyerek yakılan bir akıl.
Aziz Nesin’i kim okumuştu?
Okumayı bilmeden, yalnızca nefretle bilen bir kalabalık…
Elinde sopa, cebinde fitne, ağzında yangın.
Ve kimse “yeter” demedi.
Devlet oradaydı lakin devletsizdi.
Koskoca bir seyirci koltuğunda,
Kül olup dağılana kadar izledi.
Saatler geçti.
Sesler yükseldi.
İmdatlar karşılık bulmadı.
Ateş, yalnızca ahşabı değil;
bir halkın hafızasını tutuşturdu.
Çığlıklar, sırf dumanla boğulmadı, geleceğin üstüne kilitlendi.
İsimler düştü bir bir…
Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Metin Altıok…
Bir ülkenin vicdan defterinden cümle cümle silindiler.
33 insan, şiir üzere yandı.
İki otel çalışanı, vazifeleri başında öldü.
Ve Aziz Nesin, ölmemekle suçlandı.
Sonra ne oldu?
Devlet 12 saat sonra “sokağa çıkmayın” dedi.
Cehennem çoktan kurulmuşken.
Cumhurbaşkanı “tahrik var” dedi.
Başbakan, “halk ziyan görmedi” diyebildi.
Vicdanı olanlar sustu, yetkisi olanlar susmayı seçti.
Ve tarih, suça ortak edildi.
Ya medya?
Yangını değil, isyanı yazdı.
Katliamı değil, kışkırtmayı manşete taşıdı.
“Devlet nezaretinde katliam” diyen birkaç kalem,
ya susturuldu, ya yakıldı.
Ve dava açıldı.
Bir hukuk tiyatrosu kuruldu.
İdamlar verildi fakat idam cezası kalkmıştı, infaz edilmedi.
Sanıklar kaçtı, kimileri hiç bulunmadı.
Zaman aşımı geldi.
Mahkeme “dava düştü” dedi.
Başbakan Erdoğan çıktı ve
“Milletimize iyi olsun” dedi.
Yanan milletin çocuklarıydı.
Ama hayır gören, katliamdı.
Yıllar geçti.
Bazı sanıklar milletvekili oldu.
Madımak’ın küllerinden saraylar yükseldi.
Ve Temel Karamollaoğlu,
“Bu katliam değildir” diyerek yürüdü muhalefet masasına.
İttifaklar kuruldu, hafızalar silindi.
Yananlar değil, unutanlar alkışlandı.
Ama bir şey vardı ki susmadı.
Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum…
O yangından kalan tek sözle,
babasının gölgesini bir türküye dönüştürdü.
“Öyle ağırım ki kendime
Sen benden gittin gideli…”
Bir aşk müziği sananlar oldu.
Ama bu, bir baba ağıtıydı.
Sırtında bir ülkenin külleriyle yazılmış bir türküydü bu.
Müzik notalarında kavrulan bir adalet çığlığı.
Bugün hala yanmakta olan bir şey varsa,
O, adalettir.
Bugün hala susmakta olan bir şey varsa,
O, hafızadır.
Ama unutmamak direnmektir.
Unutturmamak, insanca yaşamanın minimum kuralıdır.
Şilili devrimcilerin kelamıdır.
“Un pueblo sin memoria, es un pueblo sin futuro.”
Hafızası olmayan halkın, geleceği olmaz.
Sivas’ı unutma.
Unutturma.